Prof. Dr. Bülent Enis Şekerel Kimdir – Medimagazin röportajı

Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği(AİD) Başkanı Prof. Dr. Bülent Şekerel tarafından Medimagazin dergisine verilen röportajı bu sayfada görebilirsiniz. 

Öz geçmişinizi anlatır mısınız?

Anne ve babamın eğitim amacıyla bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde 1963 yılında doğdum. Dedemin zamansız kaybı ile ülkemize döndük. Orta-lise eğitimimi her zaman mezunu olmaktan gurur duyduğum İstanbul Erkek Lisesinde aldım. Alman ekolünün etkisinde kaliteli bir eğitimdi ve bana, sorgulamadan hiçbir şeyi kabul etmemeyi, neden, niçin diye sormayı öğretti. Ayrıca, yatılı okumak arkadaş dayanışmasını ve kendi işini kendi yapma becerisini  kazandırdı. Bugün geriye doğru baktığımda, bu becerilerin hayatımda geldiğim noktalarda önemli belirleyiciler olduğunu düşünüyorum.

Tıp eğitimimi aldığım İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinden 1987 yılında mezun oldum ve 10 ay süre ile Gümüşhane Kelkit’te acil hekimi olarak çalıştım. Zorunlu hizmette öğrenmem gereken çok şey olduğunu keşfettim. TUS ile girdiğim Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında 1993 yılında pediatri uzmanı, 1996 yılında pediatrik allerji uzmanı, 1997 yılında doçent, 2003 yılında da  profesör oldum. Alanımın yanı sıra, bir süre tıp eğitimi ana bilim dalına destek verdim ve burada iyi eğiticilik için erişkinin öğrenim ilkelerini ve de öğrenim süreçlerini inceleme fırsatı buldum.  İngilizce ve Almanca biliyorum.

Tıp mesleğini seçme nedeniniz nedir? Seçtiğiniz için memnun musunuz?

Tıp eğitimi alma kararım; matematiğe aşırı ilgime karşın başarılı her lise öğrencisine yakıştırılan ‘Doktor olur’ yargısını benimsemem ile oldu. Bunun etkisi ile üniversitenin ilk üç yılı birçok sefer kendi kendime “Yanlış yerde miyim?” diye sorduğumu ve tıp dışı etkinliklerde fazlasıyla vakit geçirdiğimi hatırlıyorum. Klinik eğitime başlamak ile vaka çözmenin bilmece çözmek duyguma hitap ettiğini fark ettim ve tıbbı sevmeye başladım. Yıllar bu sevgimi azaltmadı, aksine arttırdı.. Ne dün ne de bugün, bu mesleği seçtiğim için  pişmanlık duymadım.

Sizce işinizin en zor tarafı nedir?

“En zor” dediğinizde hemen aklıma bir şey geldiğini söyleyemeyeceğim. Ancak, mesleğimizde hizmeti sunan ile o hizmeti kullananın ve de o hizmeti yönetenin algı farklılıklarının zaman zaman bir sorun olarak karşımıza çıktığını düşünüyorum. Örneğin; okumak, araştırmak, eğitmek için zaman ayırmanızı ve kendinden önceki hasta için fazla zaman ayırmanızı hizmet verdikleriniz sevmiyor. İdareciniz de çok hasta baktığınızda mutlu oluyor. Bir başka anlamda, başkaları mutlu olurken siz mutsuz olabiliyorsunuz.

Bir akademisyen nasıl olmalıdır? Nasıl tanımlarsınız?

En baştan, akademisyenliği nasıl algıladığımı ve ifade ettiğimi belirtmem yerinde olacak. Yoksa akademisyen sözcüğünün eşsiz bir tanımını yapma çabası içinde olmayacağım.  İsmimizin başında profesör, doçent, yardımcı doçent gibi sıfatlar taşıyorsak, bunlar bizlerin “bilimsel üretkenlik” boyutunda bir yeterlilik/nitelik taşıdığımızı gösteriyor. Yoksa, verdiğimiz eğitim ve hizmetteki yeterliliğimizi göstermiyor. Bu nitelik, merak motivasyonu ve gerçeği aramak sadakati ile gelişiyor.

Bir akademisyenin taşıması gerekli ikinci nitelik şüphesiz eğitimdir. Bunun motivasyonu paylaşmayı sevmek, dinamiği süreçleri doğru tanımlamak, ürünü ise yetiştirdiğiniz  insanın kalitesidir. Tıp fakültesinde öğrenci yetiştirmek mesleğimizin olmazsa olmazı ama, kaliteyi belirleyen yüksek lisans derecesinde yetiştirdiğimiz kişiler diye düşünüyorum.

Üçüncü nitelik ise iyi hekimliktir. Güncel bilgilerle donanmış, bilimsel ve etik sınırlar içinde hareket eden, kendini geliştirebilen bir hekim olmak.

Türkiye’deki sağlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık sistemimiz önemli bir değişim geçiriyor. Bu değişim doğal olarak, olumluluk ve olumsuzlukları birlikte getiriyor.  En önemli gelişme, sağlık hizmetine erişimin kolaylaşması ve hızlanması. Bu çok önemli bir gelişme. Hizmet basamaklarının yeniden tanımlanması (aile hekimliği) bunda önemli katkı sağladı. Birinci basamak hekimlerin zedelenmiş itibarlarının geri kazandırılması ve gelir seviyelerinin arttırılması da yaşanan gelişmeler kapsamında değerlendirilmelidir. Ancak, sağlık hizmetleri bütçesinin finansal yükünün mevcut kaynaklarımızı aşan boyutlara ulaşması ve kalite anlayışında geriye gidilmesi şeklinde olumsuz gelişmeler olduğunu gözlemliyorum. Büyüyen sağlık hizmeti talebi bütçeye önemli yük getiriyor ve bundan sadece hekim grubunun sorumlu tutulması (Çok ilaç yazıyorlar denilmesi) beni üzüyor.  Ayrıca, performansın sadece sayısal bir değer olarak algılanması, niteliğin dışlanması gibi bir durum var. Oysa; “nitelikli hizmet üretiminin sayısı” performans olarak algılanmalı. Hâlihazırdaki durum “çok sayıda sıradan hizmet” üretmeyi ödüllendiriyor, “zor ve komplike bir hastaya verilen hizmet ve buna olanak tanıyan sistem sahibi olmak” cezalandırılıyor gibi. Düşünceme göre, sağlık otoriteleri üniversite hastanelerinin içine düştüğü sıkıntının gerçek nedenini gözden kaçırıyorlar.

Yurt dışında mesleki deneyiminiz oldu mu?

ABD ve İngiltere’de hem uzun hem de kısa süreli deneyimlerim oldu. Farklı bakış açılarını görmek, kendini geliştirmek isteyen herkese de öneriyorum. Başarılı akademisyen olmanın olmazsa olmazı; görgü ve bilginin arttırılması ve yurt dışı ortaklaşa projelerin geliştirilmesidir.

Yurt dışında aynı işi yapmak ister miydiniz?

“Yurt dışında hekimlik yapmak ister miydiniz?” diyorsanız, yanıtım “Hayır” olurdu. Ancak “Bilim adamı olarak çalışmak ister miydiniz?” derseniz, üretkenliğimi artıracak başka bir yer için “Evet” diyebilirim. Ama yurt dışında yaşantımı kurmayı hayal eden birisi değilim. Hayattan beklentilerim ve ülke sevdam, yurt dışında bir yaşam kurmanın önünde önemli engel.

Yurt içi ve yurt dışı dergilerde yayımlanmış kaç yayınınız var?

Yurt dışında “PubMed” kapsamındaki dergilerde yayımlanmış 125 kadar makalem ve araştırmam var. Bu makaleler bugüne değin “web of science” indeksine göre yaklaşık 1800 kez atfedilmişler. Ulusal dergilerdeki yayınlarımın ise tam sayısını hatırlamıyorum.

Türkiye’deki tıbbi yayıncılığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda sizce yapılması gerekenler nedir?

Dergi yayıncılığını sürekli eğitim hizmeti verenler ve bilimsel yenilikleri duyuranlar olarak sınıflamak şeklinde bir anlayışım var.  Sürekli eğitim alanında daha kaliteli ve devamlılığı olan yayınlara ihtiyaç var. Bunların ulaşılabilir kılınması çok önemli. Bilimsel yayın dergiciliğinde ise sadece ulusal kabul görmüşlüğün bir değeri yok. Dergilerimizin uluslararası kabul görmüşlüğü kazanmaları gerekiyor. Son yıllarda bu konularda çok önemli gelişmeler sağlandı. Ancak nitelik artışının paralel seyrettiğini söylemek pek mümkün değil. Dergilerimizin gelecekte “impact factor” gibi ölçütlerde başarıyı yakalamaları gerek.

YÖK Başkanı olsaydınız neleri değiştirirdiniz?

Bilimsel üretkenliğin ödüllendirildiği, teşvik edildiği rekabetçi bir sistem oluşturulması gerekli bence. Böyle bir sistemin nasıl oluşturulup uygulanabileceği çok da zor olmasa gerek.  Yaşayan birçok sistem var ve örnek alınabilinir. Bunu oluşturana kadar, ne yazık ki akademisyenlerin politik kimlikleri bilimsel üretkenliklerinden daha çok prim yapıyor olarak kalacak.

Mesleğinizle ilgili ilginç bir anınızı anlatır mısınız?

Mesleğiniz insan olunca, her gün farklı tatlar veren olaylar yaşıyorsunuz. Yaşımdan genç görünmem hep dezavantajım oldu ve asistanlarım hep benden daha fazla değer gördüler(!).

Tıp dışında uğraşlarınız ya da hobileriniz var mı?

Hepimizin mesleğimiz dışında uğraşılara sahip olması gerekiyor. Bu hem kendini yenilemeyi becermek hem de emekliliğe hazırlanmak için gerekli bir şey. Hâlâ satranç oynamaktan ve balık avcılığından büyük keyif alıyorum. Çok sevmeme karşın artık yarışmalı sporlardan kaçınıyorum. Son yıllarda kendimi bahçe işlerine vermeye başladım. Beni kaygı ve stresten arındırdığını düşünüyorum.

Hiç keşke dediniz mi? Pişmanlıklarınız oldu mu?

Yoğun pişmanlık duygusu yaşamaya karşıyım. Yaşadığımız olaylardan ders almasını bilmek aynı hataları yinelememek adına önemli.

Ailenize yeterince vakit ayırabiliyor musunuz?

İşte, en fazla sıkıntı duyduğum nokta bu. Bir yerlere ulaşmak için bir bedel ödemeniz gerekiyor ve sanırım bu bedeli en çok ailem ödedi. Onlara ne kadar zaman ayırırsam ayırayım, az geleceğini biliyorum ve beni değerli kılan her şeyin onlardan geldiğinin farkındayım.